ABOUT ILAD
 

İletişim Eğitiminde Kalite Sorunu

Ülkemizde dört yıllık yükseköğrenim düzeyinde iletişimin eğitiminin, 50 yıllık bir geçmişi vardır.  Batıda da 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan iletişim eğitiminin “mektepli” olmasının tarihi de 20. yüzyılın 2. yarısına doğrudur.

Aradan geçen yarım yüzyıldan fazla zamanda iletişim teknolojisindeki hızlı gelişme, bu gelişmenin yarattığı toplumsal değişme o denli süratli olmuştur ki iletişim eğitimi bu hızı yakalamakta zorlanmıştır. Kuşkusuz bu durum diğer bilim dallarında da görülmüştür. Ancak hemen hemen her kesimden insanın günlük yaşamında bile hissettiği, hatta kullandığı iletişim ve kitle iletişim teknolojisindeki değişim, bunların etkisiyle değişen yaşam biçimi; tutum ve davranışlar, alışkanlıklar hızlı bir değişim içerisine girmiştir.

            Toplumu bu denli ilgilendiren iletişim sektörüne yetişmiş işgücü sağlamak üzere eğitim veren iletişim fakülteleri, kendilerini bu değişen koşullara uydurmaya çalışırken; yeni bölümler, yeni kuramsal ve uygulamalı dersler, atölye çalışmaları hazırlarken, iletişim eğitimindeki kalite sorunu da gündeme gelmiştir. Alana büyük ilginin olması, bu tür eğitim veren programların çoğalmasına neden olmuş, ancak eğitim verecek nitelikli öğretim kadrosunun yetiştirilmesi aynı hızla olamamıştır.  Bu programlarda nitelikli kadrolar yerine, her konuda ders veren deneyimsiz genç bir kadronun tercih edilmesi, zorunluluk nedeniyle olmuştur.

Herhangi bir eğitici deneyimi olmayan, hatta kimi öğretim kurumlarında bir oryantasyon programından geçmeden, “bugün kadro, yarın işbaşı” mantığıyla ders vermeye zorlanan bir öğretim kadrosuyla karşı karşıya kalınmıştır. Özellikle bir ekol yaratma düşüncesi ve çabası olmayan vakıf üniversitelerinde bu durum daha da ciddi boyutlara gelmeye başlamıştır. Deneyimli öğretim üyesi yokluğundan, fakülteler, YÖK’ün bölümlere/programlara öğrenci almak için şart koştuğu 3+1 formülünü tamamlamak için “doktoran var mı, aman gel!” yaklaşımıyla eğitim kadrosunu oluşturma çabası içerisine girmişlerdir.

Bu durum, iletişim eğitimi veren devlet ve özellikle vakıf üniversitelerinde daha sık sık gözlenir olmuştur. Öyle ki bir vakıf üniversitesinden ayrılan ya da ayrılmak zoruna olan doktoralı elemanlar, ihtiyaç duyulan alanın elemanı olsun olmasın, “asgari” koşulları sağlaması durumunda hemen iş bulabilmekte, ancak kısa sürede alanın adamı olmadığı anlaşıldığından o kurumdan ayrılarak, hızlı bir öğretim üyesi dolaşımına neden olmaktadır. Bu durumun acı faturası ise, bu tür öğretim kadrosunun yetiştirdiği (!) öğrencilere çıkmaktadır.  Daha açık deyişle, bu yaklaşım iletişim eğitimi veren sayıları 50’yi bulan iletişim fakültelerinden ya da bu tür eğitimi veren diğer fakültelerden mezun olan öğrencilerin, pek çok yönden zayıf yetişmesine neden olmuştur ve bu durum, ne yazık ki, artarak devam etmektedir.

Üniversitelerin bu tutumuna karşı YÖK ne gibi önlemler almıştır, almaktadır? Avrupa ülkelerinde, yükseköğretimdeki kalite sorununa sözüm getirmek almacıyla başlayan Bologna sürecine, Türkiye’ de katılmış 2010’lu yıllardan itibaren bu sürecin Türk Üniversitelerinde ders programlarının içeriğini, saatlerini, toplam kredi/AKTS sistemlerinin uygulanmasını, bunların web üzerinde öğrencilere ve paydaşlara duyurulmasını zorunlu duruma getirmiştir. Bu gelişme, yükseköğretim alanında ve özellikle iletişim eğitimi ve öğretimi alanında göreceli bir iyileşme etkisi yaratmış gibi görünmekle birlikte, Üniversitelerin, bu gelişimi kağıt üzerinde biçimsel olarak kabul ettikleri, ancak içerik olarak, kalite olarak bu ilkeleri uygulamada sınıfta kaldıkları açıktır. Çünkü etkili bir denetleme yapılamamıştır.

YÖK bu konuda 23 Temmuz 2015 tarihinde yürürlüğe giren Yükseköğretim Kalite Güvencesi Yönetmeliğiyle, tüm yükseköğrenim kurumlarında eğitim kalitesini denetleyen önemli adımlar atmıştır. Bu adımlarını önemli yanı, üniversite eğitimlerinin akreditasyon tescil belgesi alan sivil toplum örgütleri tarafından değerlendirilmesini zorunlu duruma getirmiş olmasıdır. Bu zorunluğun, diğer öğrenim alanlarını olduğu gibi iletişim eğitimi-öğrenimini de olumlu etkilemesi beklenebilir. Ancak kısa sürede iletişim eğitimdeki kalitenin yükseltilmesinde asıl önemli adım, günümüzdeki yöneticilerin, bölüm başkanlarının öğretim üyesi/görevlisi alırken yalnızca diplomaya değil,  uzmanlık alanına, deneyimine, çalışmalarına bakarak almaları ve ders dağılımlarını verirken bu kriterleri göz önünde bulundurmalarıdır. Burada iletişim eğitimiyle ilgili olarak vurgulanması gereken önemli bir diğer husus da, “sektör deneyimi” kişilerin taleplerinin çok dikkatli incelenmesi ve mümkünse sunum/deneme dersi yaptırılmadan ders verilmesinin önlenmesi ve mevcut kadroların da özdenetimden geçmelerini sağlanmasıdır.

 Bu tür kriterlere özen gösterilmesi, özellikle yeni açılan iletişim eğitimiyle ilgili bölüm ve programlarda verilen eğitimin kalitesinin yükseltilmesinde bir umut olarak görülebilir.

Yükseköğretimde iletişim eğitiminin kalitesinin düşmesi, kuşkusuz yalnızca kaliteli öğretim elemanı azlığından kaynaklanmamaktadır. Burada ele alınması gereken başka etkenler de vardır. Bunlardan biri de LYS ile gelen öğrencilerin durumu; giriş puan türleridir. Bu konuyu bir başka yazımızda ele alacağız.

Hoşça kalın….