ABOUT ILAD
 

Kamu Hizmeti Yayıncılığı ve TRT
Kamu Hizmeti Yayıncılığı

Kim için yayın? Nasıl bir TRT? İstanbul Radyosu, Harbiye 31 Ocak 2008 KAMU HİZMETİ YAYINCILIĞI 

Hıfzı Topuz İLAD Başkanı

Biz İLAD olarak geçen yıldan beri kamu hizmeti

yayıncılığı konusunda bir sempozyum düzenlemeyi düşünüyorduk. KESK HABER-SEN bu

işi ele almasaydı bu toplantı yapılamayacaktı. Buradaki TRT çalışanlarını ve

özellikle Mehmet Demir’i, Engin Başçı’yı ve Kemal Aslan’ı içtenlikle kutlarım.



Konuşmama başlarken önce kamu hizmeti yayıncılığının

ne olduğunu anımsatmam gerekecek. Bu konuyu benden sonra konuşacak olan arkadaşlarımın

enine boyuna inceleyeceklerini biliyorum. Ama yine de konuya kendi açımdan

değinmek istiyorum. Kamu hizmeti yayınları; devletin yasalara uygun olarak

kurduğu, kamu tüzel kişiliği olan, finans kaynakları kamusal gelirlerle

sağlanan özerk ve tarafsız kurumların yayınlarıdır.


Bu kurumların yayıncılıktaki temel ilkeleri

şunlardır:

-Haber vermek,

-Eğitmek,

-Kültür hizmeti,

-Eğlendirmek,

-Kültürde ve ideolojilerde çoğulculuğa saygılı olmak

Özel yayınlar da bu tür hizmetleri üstlenirler ama oranlar

değişiktir.

Eğlendirmek

magazine dönüşür ve bazen programların üçte ikisini oluşturur. Kamu

yayıncılığında ise ağırlık habercilikte ve özellikle interaktif haberleşmede,

eğitimde, kültür hizmetlerinde ve izleyiciyi sosyal, ekonomik ve siyasal

konularda aydınlatmaya yönelik programlardadır.

Magazinin ve yarışmaların ağırlığı olamaz.

Kamu hizmeti yayıncılığı tüm ülke nüfusuna

yöneliktir.

Programlarda reklam endişesi yoktur. Kar amacı

güdülemez. İzleyiciye tüketici olarak değil, vatandaş olarak bakılır. Yayınlar

kamusal yöntemlerle denetlenir.

Kurumun yönetimi devletin tekelinde değildir.

Yönetim kuruluna sivil toplum kuruluşlarının,

özellikle mesleksel örgütlerin, sendikaların, sanat ve kültür kuruluşlarının,

üniversitelerin, yerel yönetimlerin, kurum personelinin temsilcileri katılır.

Kamu hizmeti yayıncılığı asla holdinglerin, çok

uluslu ortaklıkların, emperyalistlerin, yeni sömürgeci güçlerin, şeriat

düzenini savunanların hizmetinde olamaz.


1994 tarihli RTÜK yasasında yer alan bazı ilkeleri

de bu listeye ekleyebilirim:

-Devletin bağımsızlığına, bütünlüğüne, Atatürk ilke

ve devrimlerine aykırı yayın yapmamak,

-Etnik ayrımcılığı, şiddeti, terörü ve din

ayrılıklarını desteklememek,

-Halkı aldatacak ve yanıltacak reklamlara yer

vermemek,

-Partiler arasında fırsat eşitliği sağlamak,

-Tek yönlü ve taraf tutan yayın yapmamak,

-Temel insan haklarına saygı göstermek,

-Kadınlara karşı ayrımcılığı kışkırtmamak

Avrupa Konseyi

Bakanlar Kurulu’nun 96-10 sayılı bağımsızlığın güvence altına alınması konulu kararına

göre bu yayınlarda çoğulculuk vazgeçilmez bir ilkedir.

1994’te Prag’ta toplanan 4. Avrupa Bakanlar Konferansı’nın kararlarına göre bu yayınlarda

hükumetler bağımsızlığı korumak ve güvence altına almak zorundadır. Bizde de Anayasa’nın

1992 tarihli 3913 sayılı yasayla değiştirilen 133. maddesine göre:

“Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek

radyo ve televizyon kurumunun... özerkliği ve yayınların tarafsızlığı esastır.”

Özerklik yönetim ve mali bağımsızlıktır, yayınların

güvence altına alınması, siyasal otoritenin baskılarından uzak olmasıdır.

Yani TRT mali açıdan ne hükumete, ne de

reklamverenlere bağımlı olmalı, istikrarlı ve güvenilir bir gelir kaynağına,

yani mali özerkliğe sahip olmalıdır.

Anayasa Mahkemesi’nin

8 Temmuz 1969 tarihinde resmi gazetede yayınlanan bir kararına göre de;

“TRT siyasal iktidarın etkisi dışında bırakılıp

tarafsız olarak görev yapmalıdır. Bunun için de kurumun özerk olarak kurulması,

yani yürütme organının gerek siyasi partilerin, gerekse kişilerin her türlü

etkisine karşı korunması zorunludur.

Bir kuruluşun özerk olması için kendi hareketlerine

hakim olacak kuralları da yine kendisinin düzenleme yetkisine sahip olması

gerekir.

Bir özerk tüzel kişiliğin yönetiminde hükumetin

tümüne ya da bir kanadına yetki tanınması özerklikle bağdaşamaz.

Kurum siyasal iktidarın mutlak takdirine

bırakılamaz.

Hükumetin baskısına maruz bırakılacak nitelikteki

her önlem ve hüküm özerkliğe aykırı düşer.”

Yine AvrupaBirliği kararlarına göre kamu hizmeti yayıncılığında kalite aranır. Temel

olarak kültürel kimliğin korunmasına yönelinir. Kişi haklarına, medya etiğine,

çoğulculuğa ve demokrasi ilkelerine saygı esastır.

Eğer Avrupa Birliği’ne girmek istiyorsak bu ilkelere

uymak zorundayız.

Bizde TRT 1961 Anayasası gereğince 1963’te kabul

edilen 359 sayılı yasayla “özerk ve yayınlarında tarafsız bir kamu iktisadi

teşekkülü” olarak kuruldu.

Ama 12 Mart 1971’deki askeri darbeden sonra

Ağustos’ta yapılan bir anayasa değişikliği ile yönetim biçimi değiştirildi.

Daha sonra da 1972 Şubat’ında yapılan bir değişiklikle “özerklik” sözcüğü

yasadan çıkartıldı.

Ben 1974 ortalarında İsmail Cem ile birlikte göreve

geldiğim zaman TRT özerk değildi. Ama kurumda çalıştığımız bir yıl içinde bize

ne Ecevit hükümetinden, ne de Sadi Irmak hükumetinden bir baskı yapıldı. TRT

tamamıyla özerkmiş gibi davrandık, kurumu özgürlük içinde yönettik, hükumetler

TRT’nin yayın politikasına asla karışmadılar. Tabii bu o dönemdeki hükumetlerin

özgürlük ve hoşgörü anlayışına bağlı ve yasal temeli olmayan bir olaydı.

1993’te anayasada yapılan yeni bir değişiklikle

“kurumun özerkliği ve yayınlarda tarafsızlığı esastır” dendi, ama bu ilkenin

uygulandığı söylenemez.

2003 Şubat’ında toplanan İletişim Şurası’nın “Kamu Yayıncılığı ve TRT Komisyonu Raporu”na

göre 2954 sayılı yasa çerçevesinde ve fiili durumda da TRT özerk değildir.

HABER-SEN Başkanı arkadaşım da az önce bunları

söyledi.

Demek ki özerklik ve kamu hizmeti yayıncılığı tarihe

karışmıştır. TRT önce özerkliğini yitirmiştir, sonra da tarafsızlığını ve

bağımsızlığını. Yayınlar bir yandan iktidarın, öte yandan da reklamverenlerin

ve holdinglerin etkisi altına girmiştir. TRT, RTÜK aracılığıyla devletin

borazanı olmuş ve bugünlere böyle gelinmiştir. Oysa anayasa hükümlerine göre

RTÜK’ün TRT üzerinde hiçbir yetkisi olamaz. 

Acaba başka ülkelerdeki durum nedir? Kamusal

yayıncılığın en gelişmiş olduğu yer İngiltere’dir. BBC yıllar boyu kamu hizmeti

yayıncılığının simgesi olmuştur.

Amerika’da Public Broadcasting System denen

yayıncılık düzeni her zaman parmakla gösterilir.

Almanya’da ve bir zamanlar İtalya’daki kamu

yayıncılığı da eskiden başarılı sayılmıştır.



Ya Fransa’da?



Yakından tanıdığın ülke olarak Fransa’da kamu

hizmeti yayıncılığının çöküşünden biraz söz etmek isterim.

Fransa’nın ünlü gazetecilerinden Jean François Kahn’a göre “Fransa’da

televizyon tümüyle iktidarın denetimi altına girmiştir. Çünkü bir yanda kamusal

televizyon dediğimiz devlet yönetimi vardır, öte yanda da Sarkozy ile çok iyi

ilişkiler içinde bulunan TF1”.

Acaba bir zamanlar Fransa’da başarılı bir  kamu hizmeti yayıncılık dönemi yaşandı mı?

Birçok kişinin “televizyonun altın dönemi” diye adlandırdığı yıllarda Fransa’da

özerk bir kamu hizmeti var mıydı? Acaba bugün durum nedir?

Eski TV prodüktörlerinden Marcel Trillat o dönemi şöyle anlatıyor:



“Ben bir zamanlar Fransa’da TF1’de büyük ün yapmış

kişilerle çalışma şansına eriştim. Pierre Desgraupes, Pierre Dumayet, Pierre

Lazareff gibi ünlülerle çalıştım. Mesleğe başlayan bir tiyatro sanatçısı nasıl

Louis Jouvet, Jean Vilar, Gerard Philipe gibi yıldızların yanında çalışma

mutluluğunu yakalarsa ben de öyle oldum.

Ama bütün bunlara karşın hiç de özgürlük içinde

çalıştığımızı söyleyemem. General De Gaulle döneminde Enformasyon Bakanı Alain

Peyrefitte bakanlıklararası bir enformasyon bürosu kurmuştu. Radyo ve

televizyon yöneticileri ile ilgili bakanlıkların temsilcileri her sabah orada

buluşuyorduk. Cumhurbaşkanlığının ve başbakanlığın temsilcileri bize hangi

konulara öncelik vermemiz gerektiğini, hangi konuların da istenmediğini

bildiriyorlardı. Biz de onların talimatı dışına çıkmıyorduk.

Pierre Desgraupes TV gazetecilerine hükumetin

uşakları gözü ile bakıyordu. Biz ‘Birinciden Beş Sütun’ programını

hazırlıyorduk. Hükumetin uygun görmediği hiçbir konuyu ele alamıyorduk. Bu

yüzden de genelde uluslararası konuları işliyorduk. Birgün hükumetin istemediği

bir konuyu ele almış olduğumuzu öğrendik. Ertesi gün stüdyoya geldiğimiz zaman

bütün bobinlerin yok edildiğini gördük. Bunları arşivde bile saklayamadık.

De Gaulle’den sonra Giscard d’Estaing dönemi

başladı. O dönemde de Elysee Sarayı’ndan verilen talimatlara uymak zorunda

kalıyorduk. Örneğin Cumhurbaşkanının Orta Afrika Cumhuriyeti Başkanı

Bokassa’dan rüşvet olarak çok değerli elmaslar aldığını duymayan kalmamıştı.

Biz bu konuda tek kelime söyleyemedik.

1981’de Sosyalistler iktidara gelince bayram ettik.

Sınırsız bir özgürlüğe kavuşacağımızı umuyorduk. Gerçekten ilk yıllar çok iyi

geçti. Ama üç yıl sonra bütün özgürlüğümüzü yitirdik.

Hele hele Körfez Savaşı çıkınca Amerikalılar bütün

haberlere sansür koydu. Bizde de sansür uygulandı. Gerçekleri asla

yansıtamadık. Sosyalist Mitterand’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde de TF1 büyük

bir holdinge satıldı. Böyle bir rezalet hiç aklımıza gelemezdi. TF1 televizyon

izleyicilerinin yüzde 40’ını çekiyor ve reklam gelirlerinin de yüzde 54’ünü

topluyordu. Sosyalistler işte bu kamu kanalını Fransa’nın en büyük işadamı

Bouyges’a 400 milyon euroya sattılar. Bouyges o zaman ‘Ben bir televizyon değil, bir iktidar satın 
alıyorum’ demişti.

TF1’in izleyici sayısı ve reklam gelirleri arttıkça

arttı. Birinci kanal Avrupa’da doruğa oturdu. Hiçbir kanal izleyicilerin yüzde

40’ını çekmeyi başaramamıştı. TF1’den sonra Avrupa’da en çok izlenen kanalda

oran yüzde 20’ydi.

TF1 özele geçtikten iki yıl sonra kalite düşmeye

başladı. Altın dönem sona erdi. Kültürel nitelik bozuldu. Reklamcılar

programlara yön vermeye başladılar.

Öte yandan da internetin, TNT denilen sayısal

kanalların, kablolu televizyonların, tematik kanalların gücü gelişti. TF1’de

izleyici oranı yüzde 30’a düştü.

Son haftalarda da TF1’in

Fransa’nın en büyük nükleer holdingi Aviva’ya satılacağından söz ediliyor.”

Göreceğiz bakalım.



Ünlü Fransız sosyoloğu Bourdieu birkaç yıl önce medyada bir kültür erozyonu olduğunu

yazmıştı. İşte Fransa şimdi o dönemi yaşıyor. Her alanda magazin

programlarının, Amerikan dizilerinin, yarışmaların ve reklamların egemenliği

var. Kamu hizmetinin yok olma endişesi gittikçe yoğunlaşıyor.

Dün sabah evde Fransa’nın TV5 kanalında Milliyetçi

Cephe lideri Le Pen ile yapılan bir konuşmayı izliyordum. Le Pen:

“Sarkozy medyada çok başarılı. Kendi reklamını çok

iyi yapıyor, ama ekonomik bozukluğu önleyemiyor, halkın gözü açılmaya başladı”

dedi.

Halkın artık ne kamu hizmeti veren televizyonlara

güveni kaldı, ne özellere, ne de basına.

Yalnız bizde değil, orada da işler kötüye gidiyor.

“Kamusal Televizyon Öldü”, “Medyada Yalanlar”, “TV İnsanı Deli Ediyor”,

“Uzaktan Kumandalı Demokrasi”, “Medyanın Kabahati”, “Enformasyon Oyuna

Getiriyor”, “Yeni Bekçi Köpekleri” gibi kitaplar yayımlanıyor.

İşte bunlara karşı yeni alternatifler yaratmak,

medyadaki erozyonu izlemek, gözlem merkezleri kurmak, izleyiciyi uyarmak ve

tepkileri yönlendirmek gerek.



Siz TRT çalışanları, yılmadan dayanıyorsunuz. N’olur
oyuna gelmeyin, güçlerinizi birleştirin ve kamu hizmeti yayıncılığını koruyun.

Gözlerimiz sizin üzerinizde.